Aramızda, ‘Susuz Yaylanın Hikayesi’nin ilkini okumayanlar varsa, önce onu okuyup gelsinler, biz bekleriz...
Nerde kalmıştık;
Evet hatırladım, ‘Bize memleketini seven duyarlı siyasiler, bürokratlar lazım’ demiştik.
Doğru, bu bürokratlara, siyasilere yazsan ne yazmasan ne!
Neyse geçelim, Susuz Yaylaya gelelim.
Yaşar Hocayla (Yüceer) birlikte, Susuz Yaylada susuzluktan meleyen koyunların haykırışlarını kırmadan dökmeden koynumuza koyup, sarıp sarmalayıp Bolu’ya döndük.
Yaşar Hoca’nın heyecanı, inancı yüreğimin mutlu yanıydı ama işi sağlama almaya çalışıyordum.
İlk önce dönemin Milletvekillerini aradım. (İsimleri lazım değil; ablam ve kardeşim deyip geçelim)
Gel ki onları özlemiyorum desem yalan olur.
Bir kahve içip, Anadolu’da kadim medeniyetleri ziyaret edip, Dandanakan’dan dörtnala koşup, Malazgirt’te kılıç sallamak iyi gelirdi aslında bu aralar...
***
‘Her yolu denedik, Susuz Yaylaya su gelmez. Uğraşma Mehmet’ dediler.
Yapmayın, Akdeniz’in altından Kıbrıs’a su götürdük, Susuz Yaylaya mı çıkartamayacağız’ dedim ama nafile...
‘Bakın, bu yaylaların, bu koyunların, bu otların, bu dumanın, rüzgarın ahı adamı fena çarpar, bir daha bu koltukları bulamazsınız’ diye uyardım ama dinlemediler.
Çarpıldılar!
***
Aradan 1 yıl geçti.
O kuzunun su ister gibi yakarışı kulaklarımdan hiç gitmedi.
O meledikçe, ben yazdım.
O meledikçe tüm şehir bir tutkal gibi birbirine yapıştı.
Yaşar Hoca, Sırrı Köstereli, Mahmut Şentürk, tüm İl Genel Meclisi üyeleri omuz verdi.
Proje sonunda tamamlandı.
***
12 Eylül Salı
Telefonum çaldı. Arayan Yaşar Hoca.
‘Mehmet hadi hazırlan Susuz Yaylaya gidiyoruz. Bugün ilk kez su akacak. O anı birlikte yaşayalım’ dedi.
Heyecan ve mutluluktan ne diyeceğimi bilemedim.
Telefonu kapattım.
Kulaklarımda o bir yıldır gitmeyen kuzunun sesi; meeeee, meeeee
‘Geliyorum kuzum geliyorum. Birlikte aynı yalaktan su içmeye geliyorum’
Utanmasan, Yaşar Hocanın, Sırrı Köstereli’nin boynuna sarılıp ağlayacağım.
Yol nasıl bitti anlamadım.
Susuz Yayla’nın zirvesindeyiz.
İnsanlar toplanmış suyun akmasını bekliyorlar.
Ben ise yaz başı yaylaya çıkmış Tosun gibi bir oyanı bir buyanı koşuyorum.
Yusuf Mintaş seslendi; ‘Su geldi, su geldi.’
Hikmetinden sual olunmayan Yüce Rabbim,
Su değil sanki kuru tepelere cennet iniverdi.
Bu suya günah dayanmaz.
Bu suya kir dayanmaz, su Susuz Yaylanın zirvesinde günahlarımızı temizleye temizleye aktı...
***
Diz çöküp Yaradan’a açtım ellerim.
Ey Yüce Rabbim;
Bu su; koyunuma süt olsun, peynir olsun.
Kara yağız Taşkestili çocuklarımıza can olsun.
***
İlk yazıda da söyledim ya;
Bu su, gazetecilikten umudumu kestiğim bu günlerde, bana da can oldu, umut oldu.
Şükürler olsun Rabbim, hala memleketini seven duyarlı siyasiler ve bürokratlar var.
En başta Muhtar Fikret, Yusuf Mintaş, Salih Şener, İsmail Çakıroğlu.
İlk Onlar çok istedi, vaz geçmediler, umutsuzluğa kapılmadılar.
Onların bu azmi, Vali Erkan Kılıç ve Yaşar Hoca’yı harekete geçirdi.
Ve Susuz Yayla suya kavuştu.
Orman Bölge Müdürü Mahmut Şentürk ve Müdürlük personeli,
İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Sırrı Köstereli ve İl Özel İdaresi personelleri
Ve tüm İl Genel Meclis üyeleri...
Emeği geçen herkesten Allah razı olsun.
Yüreğinizi ferah tutun, bu suya günah dayanmaz...
***
İlk yazıyı okumaya gidenler aramıza katılmıştır sanırım.
Onlarda iyi dinlesin.
Susuz Yaylada işimiz henüz bitmedi.
Su ve yolun geldiği her yere ardından talan da geliyor.
Susuz Yayla, Taşlı yaylaya dönüşmemeli.
Orman Bölge, Tarım, Özel İdare el ele verip Susuz Yaylanın geleceğini planlamalı.
Susuz Yaylada tarım da, turizmde bir plan dahilinde yapılmalı.
Uyarmadı demeyin;
Vallahi, o yaylaların, o koyunların, o çimenlerin, o dumanın, rüzgarın ahı adamı çarpar.
Ne olduğunu anlamazsınız... (Tecrübeyle sabittir. Bknz. Yazının 14’üncü cümlesi)