Allah’ın en güzel, en mükemmel ve en donanımlı yarattığı insan…
Sorumluluğunu bilir, insan olmanın onur ve gururu ile davranırsa “Eşrefi mahlûk” yani yaratılmışların en şereflisi… Tersine bakarsak, başta kendini ve herkesi, her yaratılanı kandırmaya gayretli, onursuz gurursuz ve şerefinden yoksun “Esfele safilin” yani yaratılmışların en aşağısı olandır. Öğretiler ve emirlere göre insanın insan olmakta ve insan olarak yaşamakta ısrarı ve gayreti lazım. Yoksa bu şerefli yoldan alıkoyacak nice manzaralar, nice makamdan mevkiden, paradan puldan, maldan mülkten, dost görünen canilerden, hilelerle zulmün kahreden kibir ve şerefsizliğine daldıracak yollar var ki, etrafımız böyle sapıtmış ama kendini doğru sananlarla dolu. Allah, bizleri insan olmanın sorumluluğunu taşıyarak, bu onur ve şerefini koruyup yücelten, kâmil insan olmanın gayretinden, izzeti ikramından mahrum eylemesin.
İnsan olmak öncelikle hakkı ve adaleti gözeterek sahiplenmekle başlar. Başkalarına iyilik etmek kadar yaptığı işi güzel yapan olmakla da devam eder. Bu sayede kendine, ailesine, yakınlarına ve topluma faydalı olan görevlerini yerine getirmiş olmanın huzurunu yaşar. Daha da ötesi yaptığını, işini en güzel yaparak kendine, yuvasına yurduna, milletine devletine ve insanlara ihsanda bulunmanın kıvancını taşır. İhsan sahibi aynı zamanda ‘Muhsin’dir de. Muhsin, işinde, yaptığında, davranışında kusursuz olmak gayreti, bu kusursuzluk gayreti neticesinde gösterilen iyi davranış ve yapılıp ortaya konan güzel işlerin yapanı olmaktır.
Hz. Ali, “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” der. Yine, Kur’an-ı Kerim’de Secde 32/7 ayetinde, Allah’ın yarattığı her şeyi ihsanla yarattığını bildirerek, nasıl çalışmamız gerektiği, işimizi, yaşantımızı nasıl yürütmemiz gerektiğine dikkat çeker. Ömrümüz süresince yaptığımız işlerin ve iyiliklerin ihsan seviyesinde olması için ne yapmalıyız?
Ahlâki söylemde ihsan, iyiliklerde yerine getirilmesi mutlak olan en düşük ölçünün ötesine geçip, canı gönülden isteyerek ve severek fazlasını yaparak yerine getirmek olarak kullanılmakta. Hatta bu konuda örnek olarak gösterilen Râgıp el İsfahânî’nin belirttiğine göre; “ihsan adaletin üstünde bir derecedir. Adalet; borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise, üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almak” olarak izah edilir. Adaleti gözetmek yapılması kesinlikle gerekli olandır, görevdir, emirdir. İhsanı gözetip yerine getirmek ise sevilip beğenilen, övünç kazandıran bir davranıştır, edeptir. İhsanı gözetenlerin çok olduğu yerde, insanlar yeryüzü cennetinde yaşadıklarını sanırlar. Mutluluk, güven, refah ve huzur insanları sarmıştır. Peki, insan nasıl yaparsa ihsan seviyesine ulaşır?
İnsanın yerine getirip gerçekleştirdiği bir işin ihsan seviyesinde yapılabilmiş olması için öncelikle bilgi sahibi, sonra liyakat ve ehliyet sahibi olması kaçınılmazdır. Cahilin binası tam olsa bile mutlaka ya basamağı yüksek yahut tavanı düşük olur ki, her halükârda girerken ya da çıkarken kafaya çarpacağını hepimiz biliriz. İşte, yaptığını ihsan olarak yapabilmek için neyi nasıl yapmak gerektiğini iyi bilmek; hem de bu bilgiyi en güzel şekilde eyleme döküp, yapıp gerçekleştiren olmak lazım ki, ihsanla iş yapıp değer kazanan insanlardan olabilesin.
Aslında insan olmak, yaptığını güzel yapmayı gerektirir. Çünkü kulluğunu bilen için Allah’a karşı hissettiğin derin saygı, bağlılık ve hayatını bu yüce güce itaat ruhu ile azimle çalışarak yaşayınca bu iyilikte bulunma ve yaptığını güzel yapma ruhuna erilir. Gelinen bu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsayan ihsandır, ihsan kavramını oluşturan erdemlerdir. Zaten kendini bilen, sorumluluk, onur ve şeref sahibi bir insan Allah’ın kendisini daima gördüğüne inandığı için ibadetini, iyiliğini de yaptığı her ne yaparsa her şeyini Allah’ı görür gibi yapmanın ihsan olduğu bilinciyle hareket eder. Bu hareketle imanın özünü yakalayıp, ruhun kemâlini, kulluk derecesinin en üstü olan takvayı da elde eder. Takva, insanların Allah katında erip, diğer insanlara karşı kazandıkları ayrıcalık ve üstünlükleridir. Bu sayede Rabbimizin Yusuf Suresi 12/90 “Kim Allah’a derin saygı duyar (takvâ) ve sabrederse bilinmelidir ki Allah iyi davrananların (muhsinîn) ecrini asla zayi etmez” vaadine bağlanır ve yaptıklarının karşılığını ondan bekler. Dünya malına ve kişilere minnet etmez. Nahl Suresi 16/90 da; “Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı emreder…. “ ayetini yerine getirmenin huzur ve huşunu yaşar.
İnsanın Yaratıcısı Allah’tan başlayarak, yakından uzağa doğru çevresine, insanlara, tabiata, hatta bütün yaratılmışlara karşı olan yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adalet ölçüsünü şaşmadan yerine getirmek açısından yapmakla mükellef olduğumuzu mutlak getirmek görevimizdir. Her hali ile örnek olan ve bu görevden öteye geçerek, daha fazlasını yerine getirip, imkân ve kabiliyetine göre kulluğun, özveri ve erdemin en yüksek seviyesine ulaşmak iyilik, güzellikte timsal, azimle ihlasla çalışan ihsan sahibi Muhsinlere verilen Allah’ın bir lütfudur.
İhsan sahipleri Allah’ı ve Allah’ın yarattığı her şeyi severlerken, ihsan sahiplerini “Muhsinler” olarak vasıflandıran Allah’ta onları nasıl sevdiğini, nasıl emeklerini zayi etmeyeceğini, nasıl lütufta bulunup, dünya ve ahirette mükâfatlandıracağını Kur’an ayetlerinde anlatır. Peygamberimiz bu kişileri över, Müslümanların ihlas ve ihsan sahibi insan olmaları konusunda uyarır ve ikaz eder. İyilik gören insanlar yanında, iyilikle davranılan yaratılmış olanlar da ihsan sahibini sevgi saygı ve övgüye değer görürler.
İhsan sahipleri yumuşak huylu, serinkanlı, öfke ve hiddete kapılmayan sakin kişilikleri ile dikkat çekerler. Bu ruh halleri ile ihsan kavramının içeriğini oluşturan; öfkeye hâkim olma, affetme, hoşgörü, sabır, işlerde aşırılıktan sakınma, kararlılık, cesaret, tok gözlülük, cömertlik fazilet ve terbiyesini ruhunda yoğurmuş erdemlere de sahiptirler.
Şimdi dönelim şu yaşadığımız dünyaya, bataklık haline gelen çevremiz ve her biri ötekinin can alıcısı haline gelen insanlara, bu çarpık çurpukluk içinde kendine yer edinip etliye sütlüye karışmadan yaşamaya çalışan insanlığımıza bakalım.
Neyiz, kimiz, ne yapıyoruz, nereye varacağız sorularına kafamızdan cevap arayalım.
İnsanlığımız zayıf bireysellikte takılı kalmış, ihlasımız parada mal mülk makamda kapılmış, cimriliğimiz ihsanımızı tutmuş. İçinde olduğumuz toplumsal ruhumuz psikolog ve psikiyatristlerin kapısında, çalışmadan erilecek zenginliğin, lüksün yolunda. İçine düştüğümüz çöküşle kendimize ve çocuklarımıza yığınlarla bıraktığımız, dünyaları cehennem eden sorunlarımızın ne zaman farkına varıp, idrak edeceğiz.
İnancımızın cahili değil, bilgiyi bileni, bilgiyi öğrenip, gereğini yapanı muhatap aldığını ne zaman göreceğiz.
İnandığımızı söylediğimiz dinimize göre bireysel yaşanarak değil, cemiyetle bir olarak yaşandığında, bireyselliğin değil toplumsal birliktelikle kurtuluşun olacağını, toplumda oluşan iyilik veya kötülükten tüm bireylerin pay ve sorumluluklarının bulunduğunu ne zaman anlayacağız.
Çoğumuzun musallada aklına gelen dinimizde insan olmanın bilgili olmak, bilgiyi kullanmak, iyilik yapmak, faydalı ve üretken olmakla, adaleti kollamak, liyakat ve ehliyet sahibini değerlendirmek ve değerli kılmakla olduğunu ne zaman öğreneceğiz.
Kendimize, hem cinsimize, karşımıza gelene, çevremize, doğamıza, dünyamıza, insanlara, yaratılmışlara sözün özeti para, mal, makam mevki, zevk-ü safadan gayrısına yaptığımıza bakarak yerimizi söyleyin bakalım biz hangi insan sınıfındayız?
Neticede insana yaraşan şekilde yaşayıp, çevremizdekileri insan gibi yaşatabilen miyiz? Adaleti gözetip yerine getiren ve sahip çıkan mıyız? Gerçek insanlarda olan iyi olmak, iyilik yapmak, her ne yaparsa en iyisi ve en güzelini yapmak olan ihsanı biliyor, bu ihsanda buluna biliyor muyuz? Verilecek cevaplar, yaşadığımız gerçekleri dillendirmekten öte olmasa gerek.
İnsan ve kardeş olma bilinci ile güzellikleri, iyilikleri, iki cihan saadetini yaşayıp, yaşatacağımız günler diliyorum.