MEHMET YÜCETÜRK, OSMAN ZEKİ ORAL, BELGİN ÖZER İLE ORHAN ERSOY'U SAYGI VE ÖZLEMLE YÂD EDERKEN GÖNLÜME DÜŞENLER

Bolu’da yaşadığım süre zarfında kaçınılmaz olarak gördüğümüz, paylaştığımız, içine dahil yahut müdahil olduğumuz, yüreğimize attığımız, beynimizin kıvrımlarına sakladığımız nice anılar var. Kimi üzer, kimi yüreğimi kelebek gibi uçurur, kimi buruk bir sevinçle sararken, kimi hâlâ gıpta ile baktırır.

 

İlkokul yıllarımdan başlayarak, ortaokul yıllarımda bizim uğrak yerimiz olan Bolu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi ve her gittiğimizde gördüğümüz, bizlere ayaküstü bile olsa bilgi aktaran değerli büyüğümüz Ressam Mehmet Yücetürk’ü hatırlarım. Daha sonraki yıllarda yine kendisi de sanatkâr ve zanaatkâr olan Turgut Köksal’ın yanında uzun uzun sohbetlerine şahit olmuştum. Neticesinde “Turgut, benim haşhaş yağım bitti. Boyam çabuk kuruyor, şu şişeye koyuver. Sende vardır.” la biten sohbetleri, bilgi alışverişleri hatıramda. Biz ünlü ressamların çalışmalarını, hayatlarını zaman zaman bu Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde seyrettiğimiz filmlerden öğrenmiştik. Sanatsal tabloları burada gelip görmüştük. Bu büyüğümüzün eserlerinden seçmeleri son açılan Başyapıtlar 1 Ressam Mehmet Yücetürk Sergisi’nde bir kez daha yakından gördük, sevindik.  

 

1993 Yılından itibaren adım adım içinde olduğum Bolu Belediyesi Ressam Mehmet Yücetürk Sanat Merkezi yöneticiliğim zamanları birçok değerli insanla karşılaşmam, tanışmam, uzun soluklu dostluk ilişkilerinin başlangıcı oldu. 

 

Şimdilerde arabası var olan ama üzerindeki tarihi döküm topu bir türlü bulduramadığımız Abdülmecit Dönemi topu ile Cumhuriyet Dönemine ait ‘Top ve Arabaları’ Sanat Merkezi’nin bahçesinde duruyordu. Tekerlekleri ve ahşap kısımları sürekli hava şartlarına maruz olduğu için çürüyor, ilgilenmeyi gerektiriyordu. Yine bu toplarla ilgilendiğim bir gün yanı başıma gelip, merhabası ile sohbeti ve senin sürdüğün bu cila dayanmaz ben sana İstanbul’dan getireceğim bana müsaade et diyerek gönlümü alan ve bir daha kopmayacağımız Belgin Özer ağabeyimin yaşantıma dâhil oluşunu unutamam. Hakikaten İstanbul’dan ahşap cilasını getirmiş, bundan sonra nice Bolu ile ilgili düşünceleri, plan ve eylemleri, dostluk sevgi ve saygıyı paylaşmıştık. 

 

Hiçbir zaman emekli olup köşesine çekilmeyi düşünmeyen, sürekli olarak fikir üretip faydalı olmanın fayda yaratmanın, insanlara öncülük yapıp, yol gösterici olmanın örneği olmuştur. Her karşılaştığı duruma çözüm olacak öneri geliştiren bu büyüğümüzden öğrendiğim çok şey var ama en önemlisi memleket sevgisi ve memlekete ülkeye değer katan değerli insanlara, sanatçılara sahip çıkmak onları yalnız bırakmamaktı. Keşke evini özel eşyaları ile birlikte koruyup, yaşatabilsek diyorum ama olur mu bilmem.

 

Belgin Özer ağabeyim hayat ilkesi olarak güzel insanları, bilgili, çalışkan, üretken ve düşünen, düşündüğünü yapanları çevresinde görmekten mutlu olurdu. Bu amaçla Alpağutbey Mahallesi’ndeki evinin etrafını değer verdiği insanlarla paylaşmıştı. Bunlardan biri de Ressam Orhan Ersoy’du. 

 

Ressam Orhan Ersoy büyüğümüzle Sanat Merkezi’ne yaptığı ziyaretle tanıştım. Sohbet ederken küçüklüğümün geçtiği Şemsi Ahmet Paşa Caddesi, Hastane altındaki evimizde iken komşu olduğumuzu, oğlu Vildan’ın ağabeylerimle oyunlarına varıncaya dek yıllar öncesine döndük. O benim küçüklüğümü biliyordu. Komşuluk yapmışız meğer. Bir başlangıç oldu, dostluk köprüsünü gönülden gönüle kurduk; gidişler gelişler, ziyaretler birbirini takip etti. Bolu’yu konuştuk, anılarımızı, düşüncelerimizi paylaştık. Resimlere bakıldı, şiirler dinlendi, bülbüllerin ötüşü kaydedildi, daha neler neler… Bu süreç salgın dönemine kadar sürdü. Salgında hepimiz içimize kapandık maalesef, çekingenlik hâkim oldu hepimize, sözüm ona korunduk, koruduk ama insani ilişkiler, insani davranışları öteledik, unutmaya yüz tuttuk. Telefon kadar bir ilişkiye indirdik hayatı.

 

Derken, ismini çok duyduğum ve resimlerinin kartpostallarını gördüğüm şehrimizde resim öğretmenliği ve ilk Devlet Güzel Sanatlar Galerisi kurucusu ve müdürlüğünü yapan Ressam Osman Zeki Oral ile Orhan Ersoy hocam ve Belgin Özer ağabeyim vasıtası ile bağlantı kurmamız ayrı bir güzellik oldu.

Belgin Özer ağabeyim, burada Orhan Ersoy ve etrafında hamilik yaptığı güzel sanatlarla uğraşanların yanında Ereğli’de de Osman Zeki Oral’ı yalnız bırakmayanlardandı. Ben Belgin Özer ağabeyle olan ilişkimle beraber Orhan Ersoy ve Osman Zeki Oral’ı tanımak ve onlara kendi adlarına Bolu’da bir sergi açmak fırsatını buldum. Osman Zeki Oral’ın ve Orhan Ersoy’un en bariz özellikleri karşılıklı dostlukları ve bağları idi. Bu bağ Ressam Mehmet Yücetürk, Ressam Osman Zeki Oral ve Ressam Orhan Ersoy’un öğretmenlik günlerine ve bu günlerden korlayıp yüreklerine koydukları dostluk, kardeşlik ve meslektaşlık ateşine ve Bolu sevgisine sarılan bir bağdı. Yaptığımız konuşmalar, kendi aralarındaki anılarında, yüreklerinden geçenlerin dillerine vuranlarına bakılınca Bolu sevgisi hayatlarında hep başlarının üzerinde tutulmuş olduğu gerçeğini gördüm. 

 

Önceleri kışı İstanbul’daki evinde geçiren Orhan Ersoy hocamın gelişinde; “Artık İstanbul’a sığamıyorum, bu şehre tahammülüm kalmadı. Ben burada yaşayacağım, bir yere gitmem.” dediğini ve bu konu ile ilgili yazmış olduğu şiirini okuyuşunu unutamam. Yine, Osman Zeki Oral hocamıza yaptığımız ziyaretlerde Bolu’yu, Bolu’daki anılarını ve arkadaşlarını, azimli öğretme çalışmalarını anlatışındaki özlemi düşünüyorum, hadi Bolu’ya gel dense hastalığına ve Ereğli’deki imkânlarına bakmaksızın gelmeye can atacak hali vardı.

 

Osman Zeki Oral hocanın 2011 yılında rahatsızlığının arttığını yeğenlerinin yanında kaldığını öğrendik. Nihayetinde 2012 yılında da Rahmeti Rahmana kavuştu. Gönül güzelliklerini, gördüklerini, yaşadıklarını, özlemlerini alıp, sadece anılarını ve eserlerini bırakarak gitti. Oysaki sağlığı elverse idi, Ankara’daki evinde Bolu ile ilgili çok biriktirdiğim eşyam, fotoğraflarım vs. var, onları size verebilsem diyordu ama sonra eşyalarının pazara düştüğünü duymuştum. Bolu sevdalısı ve ölünceye kadar Bolu’dan bağını koparmamış olan öğretmen Ressam Osman Zeki Oral hocamızın adını şehrimizde yaşatmak için vefa borcu olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum. Neden adını bir yere vererek yaşatmayalım?

 

Hâlâ elimizde Bolu için, sanat ve güzellik için atan iki yürek vardı. Belgin Özer ağabeyim ve Ressam Orhan Ersoy büyüğümüz. Belgin ağabeyim beyni projeler, işlerle, yapılması gerekenlerle dolu bir insandı. Öncü olmayı, örnek olmayı, iş başarmayı çok sever ama flaş olmaktan sakınır, sessiz ve sakin ama hâkim olarak iş kotarmayı, insanları bir araya toplayıp yola çıkarmayı severdi. En son uğraşlarından biri şehrimizde bir kültür ve sanat derneğinin oluşturularak vakıf hale getirilmesi, birçok fedakârlıkla ve dostlarını organize ederek yapmaya çalıştığı “Nilüfer Sanat Parkı” yahut “5’i Bir Yerde Sanat Evi Projesi” idi. Ona göre bu park sanatçıların uğrak yeri olacaktı. Bonzai ağacı üretiminin öğretilip yayılacağı bu yerde değişik nilüfer türlerinin şehrimize kazandırılıp üretimi ile şehrimizin sembollerinden biri olacak kadar geliştirilip çoğaltılması için gayret sarf ediyordu. Nilüfer Sanat Parkı’nı gezenlerin gördükleri eserleri, buraya yapılacak sanat yapıtlarını ve ‘Sanat Kütüphanesini, nilüfer çiçekleri, bonzai ağaçları ve şehre ait yöresel ya da endemik bazı meyve ağaçlarının, şakayık çiçeklerinin güzelliklerine doyamayanların oturup dinlendikleri, sadece yorgunluk çay ve kahvelerini içtikleri adeta bir galeri ve sanatsal kitaplarla dolu bir merkezin yapılacağı gayret ve hayali ile çabalıyordu. En son geldiği noktada hayal kırıklığına uğramıştı. Şimdilerde tamamen düğün, toplantı ve kafe merkezi olup, çayır çimen ve çiçek olan yerlerin bile giderek hızla betonla örtüldüğü yer haline gelen adını Nilüfer Sanat Park dedikleri yerle karşılaşınca üzülmüş, bu üzüntüsünü sözcüklerinin arasında söylese bile çok belli etmemişti. Daha Bolu için düşündüğü bir sürü proje, bir sürü güzelliklerin yapılmasını sıralarken 19.04.2020 akşamı ani bir kriz onu bizden kopardı gitti. Onu gönül güzelliklerinin, düşünüp hayal ettiği güzelliklerin içine gömdü sonsuza kadar. Ama bizlerin, şehrimizin büyük kayıplarından biri oldu. Dilerim hiç olmazsa şu Nilüfer Sanat Park’la ilgili düşüncelerine saygı duyulur da betonlaşan sıradanlaşan düğün sünnet kına ve kafe yeri olmaktan ziyade bu alanın verilişi, gerçek projenin amacına uygun Sanat ve Kültür Merkezi haline, sanatın ve kültürün yaşanıp yaşatıldığı bir yere dönüştürülerek anısı yaşatılır mı bilmem?

 

Belgin beyin ani vefatı gerçekten bizde şok etkisi yapmıştı. Orhan Ersoy hocam da en çok etkilenenlerdendi. Her zaman açık yahut gizli desteğinin yanında yaşadığı sokağa isminin verilmesindeki gayretini hep söylerdi. 

 

Orhan Ersoy hocamın son zamana kadar berrak bir hafıza ve tüm detaylarına kadar hatırladığı, anlatırken her defasında yeniden yaşadığı anıları ve özlemlerini heyecanla anlatışı kaldı hafızalarımızda. Hiç kimseye eziyet verecek bir şey istemez, misafirine ikramını kendi yapmayı severdi. “Benim hareket etmem lazım, tembelleşirim yoksa” derdi. Saatini değişik kuş sesleri bildirirdi. Odasının duvarları sevdiklerinin ve anılarının resim ve fotoğrafları ile süslü idi. İlerleyen yaşına rağmen hep çalışmasına engel olan günlük işlerden şikâyet ederdi. Yapılan her tablonun mutlaka bir anısı, içine sakladığı hikâyesi vardı.  Sonra, yazılan şiirler, söylenen bestelenmiş şarkılar ve dile gelen anılar, özlemler, sevgiler… 

 

Son yıllarda sakinliğini sevdiği evinin yanına yapılan kreşin kalabalık ve gürültüsü, diğer yanına yapılan kocaman bir apartman epey huzursuz etmişti O’nu. Ama hepsinin üstünde, anılarının başında gelen bu şehir, erken kaybettiği evladı Ressam Sevgi Ersoy’u koyduğu bu toprakların sevgisi onu sakinleştiriyordu. 

 

Hep kendini meşgul eden benden sonra ne olacak düşüncesini ve endişelerini de zaman zaman dile getirirdi. Keşke kurumsal bir yapı, güven veren bir kuruluş olsaydı diye söylenirdi. Eserlerimiz, yaşadığımız mekân yaşasa yaşatılsa, ölümle unutulmaya mahkûm olacak olma düşüncesi rahatsız edici derdi. Bolu kendine ait değerlerin farkında değil maalesef. Sahiplenmek ve yaşatmak için çabalamak henüz literatürümüzde düşünce ve eylem planlarımızda yok. Dilerim, bu korktuğunu yeğenleri yaşatmaz, onu unutulmayanlar kervanına katmanın yolunu bulurlar.

 

O’da Bolu’nun bir değeri… 16 Mart 2022’de vefat etti. 18 Mart 2022 Cuma günü bütün kibarlığı, nazik ve latifliği, özlemleri, anıları ve düşünceleri ile kızı Ressam Sevgi Ersoy’un yanına koyduk. Ahireti de güzel olur inşallah. 

 

Bizler hemen gözümüzün önünde kısa süre önce yan yana olduğumuz bu güzel insanların Bolu sevgisine, dostluklarına ne kadar sahip çıkar, gelecek nesillere aktarabiliriz bilemem. Ama Bolu için değer katmış, değer olmuş kim varsa ona Bolu’da yaşayanlar ve Bolu’yu idare edenler olarak sahip çıkmak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak hepimize düşen önemli bir görev olduğunu bildirmeden geçemeyeceğim. Bu güzide büyüklerimize Allah’tan rahmet bolluğu ve ahiret güzelliği ile cennet mekân olmalarını diliyorum. 

 

“Âvâzeyi bu ‘âleme Dâvûd gibi sal

Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” 

Demiş Üstad Bâkî. 

Her ne olursa olsun insanca yaşamak ve yaşatmak, kıymet bilmek, sahiplenmek ilkemiz olmalı. İnsanların karşısında olanlara verdikleri değer ve saygı kadar değer ve saygı görecekleri bu dünyada vefa sahibi insanlardan olmak ve böyle insanlarla karşılaşmak ümidiyle esen kalın.

Yorum yazın

UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.

Siyami PALAZOĞLU yazıları

25MAR2022